6 Temmuz 2010 Salı

Paris'e Fransız Kalmak


Yorucu bir günün ardından yatağa girer girmez, kafamı yastığa koymamla birlikte uykuya dalmıştım. Aradan geçen zaman hakkında bir fikrim olmadan kulağımda küçük bir fısıltıyla uyandım. Henüz sabah olmamıştı. Hatta saate bakılırsa uykuya dalalı sadece yirmi dakika olmuştu. Etrafıma bakındım fakat birileri varsa da görmem neredeyse imkansızdı. Zira odam kurudukça siyaha boyanan bir tuvalden farksızdı o an gözümde. Fısıltının bana söylemek istediklerini anlamasam da içimdeki sese kulak verip onu takip ettim. Göz bebeklerim olabildiğince bir hızla büyürken alışmaya başladığım karanlıkta artık takip ettiğim şeyin sadece bir ses olmadığından emindim. Önümde belli belirsiz bir gölge vardı. Garip bir şekilde bu bana hiç de korkutucu gelmiyordu. Kendimi bildim bileli karanlıktan hiç korkmamıştım zaten. Çünkü bence her şey gündüz nasılsa, gece karanlığında da aynı şekilde ve olduğu yerdeydi. Sadece ışık yoktu ve bu benim onları algılamamı zorlaştırıyordu. Belki sırf bu yüzden karanlığı bir tehdit olarak görüp kendimi güvende hissetmeyebilirdim ama kesinlikle korkmazdım. Bütün bunlar aklımdan geçerken gölgenin durduğunu fark ettim aniden. Onunla gitmeyi isteyip istemediğimi sordu. Kesinlikle hayır! Normalde olsa böyle bir cevap vermem gerekiyordu ama zaten o an normal olan ne vardı ki? Hala yürüyorduk fakat artık nerede yürüdüğümüz hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Aslında vardı. Odamda değildik, en azından bundan emindim. Daha ne kadar yürüyeceğimizi, nereye gittiğimizi sordum defalarca. Hiçbir yanıt gelmedi. Önümdeki gölge adeta bana soru sorup aldığı cevaba göre yörüngesini belirleyen bir robottu. Konuşkan olmaması belki de iyi bir şeydi. Bazen bildiğimiz şeyler başımıza bela açabilir diye düşündüm. Yine aynı şeyi yapıyordum işte. Durum ne olursa olsun, onun kendimi teselli edecek bir yanını mutlaka bulurdum. Bu gizemli yolculuğun sonunda başıma ya çok paris olaylar gelecekti ya da ölecektim. (Küçüklüğümden beri "güzel, harika, muhteşem" gibi sıfatlar yerine paris demeyi tercih etmişimdir hep.) İlkinin gerçekleşeceğini umut ederek duraksamadan devam ediyordum yola. Hem kim, neden beni öldürmek isteyecekti ki? Yere bastığımdan bile emin değildim artık. Gölge sessizliğini koruyor, önümde tüm ihtişamıyla bana rehberlik etmeye devam ediyordu. O da neydi öyle? Aniden, yanımdan parlak bir şey geçti. Yıldız mıydı? İyi ama, bir yıldızın yanımdan geçmiş olma olabiliritesi hiç de muhtemel değildi ki! Bay Gölge buna hiç de şaşırmış gibi görünmüyordu. Attığım her adımda merakımın biraz daha esiri oluyordum. Ve sonunda yine aynı fısıltı: Geldik! Nereye geldik bilmesem de içimde bir rahatlama hissettim. Bir anda her şey aydınlandı. Güneşin doğuşunun hızlandırılarak birkaç saniyeye hapsedildiği bir film sahnesinde gibiydim. Gördüklerime şaşırsam mı sevinsem mi bilemedim. Tim Burton filmlerinden fırlama insan tiplemeleri, pamuk şekerinden kafeler, midye kabuklarından restoranlar, içki şişelerinden barlar ve parlak toplardan diskolar... Gölgeye dönüp "Burası çok paris bir yermiş." dedim. "Burası zaten Paris." dedi. Gülümsedim. Küçükken inandığım düşler ülkesinden bahseden o masallar resmen gerçek olmuştu. Bir Alice değildim belki ama kesinlikle harikalar diyarındaydım. O sırada, giderek belirginleşen bir ses daha duydum. "Banu kalk artık, öğlen oldu kızım."

4 yorum:

  1. "Yine aynı şeyi yapıyordum işte. Durum ne olursa olsun, onun kendimi teselli edecek bir yanını mutlaka bulurdum."
    Çok yakın bir arkadaşımı anımsattı bu cümle bana. Kendisi de balık burcu. Baştan sona balık burcunu temsil eden bir cümle :)

    Hikayenin finali bana eskiden yazdığım bir hikayeyi anımsattı. Yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Evet, tipik bir balık burcuyum kesinlikle:)

    Teşekkür ederim..

    YanıtlaSil
  3. ya ben hiç böyle rüya göremedim maalesef o ak sakallı dede de gelmedi puf :(

    YanıtlaSil
  4. Ak sakallı dede bana da uğramadı hiç.
    Yakın zamanda üst üste Alice in Wonderland ve Finding Neverland izlememden kaynaklanmış olabilir bu rüya :)

    YanıtlaSil