11 Şubat 2010 Perşembe

The Curious Case of Banu Demir

Bir Benjamin Button olduğum gerçeğini dün gece uykuyla uyanıklık arasındayken fark ettim. Yıllar yıllar önceydi. Daha anaokuluna yeni başlamıştım. Şubat tatilinde Alanya'ya gitmiştik efendim. Ayşe Teyze gördü beni. "Ne kadar da büyümüşsün Banu." dedi. Bense bu lafı duymaktan bıkmış olduğumdan mı yoksa Ayşe Teyze'ye olan gıcıklığımdan mı bilmiyorum, "Evet, biraz yemek ve biraz suyun yapamayacağı şey yok gerçekten." demiştim. Yanımda anneannem dumur olmuştu. Ayşe Teyze dersini almamış olacak ki "Şimdi sen kaçıncı sınıftasın? 4 mü, 5 mi?" gibi bir soru daha yöneltti. Suratına baktım, dalga mı geçiyor acaba diye; ama gayet ciddiydi. Aradan yıllar geçti. 8. sınıfa geldim. Artık dolmuşta, otobüste falan öğrenci olduğuma inanmamaya, öğrenci kimliğimi istemeye başlamışlardı. Ardından Liselere Giriş Sınavı sonuçları açıklandı. Kazanmıştım! O yaz tatilinin bir kısmını Ankara'da geçirdik. Kuzenim orada arkadaşlarıyla falan tanıştırmıştı beni. "Kuzenim Banu, bu sene sınavı kazandı." gibi bir tanıştırma cümlesinin ardından gelen soruya bakın! "Öyle mi, hangi üniversite?" Hadi şimdi gel de böyle bir soruya "Ben aslında şey... Kem küm... Hede hödö... Lise hazırlık olacağım bu sene." de. Diyebilirsen de yani! Ben dedim şahsen. Bu cümlemin ardından beni garip bakışlardan kurtarmak için kuzenim "Kendisi Antalya'dan geldi." diye bir açıklama yapma gereği duydu. "Ha, belli zaten sulak yerde büyümüş!" kelimeleriyle kahkahalar bir olup hoş bir melodi oluşturdu ortamda. Tabi kime göre, neye göre?! Sonra, evde oturduğum zamanlarda sıkılıyorum diye "Komşunun kızıyla tanıştıralım seni, aynı yaştasınız." dediler. Neyse efendim, komşunun kızı geldi. Boyu anca belime falan geliyordu. Kardeşim bile daha büyük görünüyordu ondan. Bu durumda komşunun kızı mı komplekse girmeliydi, yoksa ben mi komplekse girmeliydim hiç bilememiştim. Kısa bir süre sonra kuaföre gitmiştim. Saçımı yapan kız "Buralı gibi görünmüyorsunuz, eşiniz mi buralı?" diye sordu bana. Ve malesef bu soru da şaka değildi! Bozuntuya vermedim, "Yok ben okuyorum daha." diye cevapladım. Kız inatla soru sormaya devam ediyordu. Sıradaki "Öyle mi, hangi üniversite?" oldu. Yine küçük bir kem kümün ardından liseye yeni başlayacağımı söyledim. Kız resmen dehşet dolu gözlerle bana baktı. "Kaç yaşındasın ki sen?" dedi. Lise yıllarımda da aynı problem beni takip etti. Plajda yanıma gelip tanışmaya çalışan Rus turistlerin yaşımı 21-22 diye tahmin ettiği zamanlarda ben sadece 14 yaşımdaydım! Aslında bazı avantajları da yok değildi. Mesela yazları hiçbir bar ya da diskoya girmek için kimlik göstermemi istemiyorlardı benden. Çünkü zaten 18'den büyük olduğumu düşünüyorlardı. Peki ya şimdi? Birkaç hafta önce kuafördeydim yine. Yöneltilen soru "18 var mısın sen?" oldu bu sefer. Artık otobüse falan bindiğimde öğrenci dediğimde kimse sorgulamıyor, paso bile göstermemi istemiyor. Bir bara girmek istediğimde mutlaka kimliğimi görmek istiyorlar. Hakkımda söylenen ağırbaşlı, hanım hanımcık, olgun sıfatları yerini tatlı, bıcır bıcır, muzur gibi sıfatlara bıraktı. Anlayacağınız, yıllar yaşça büyümeme sebep oluyordu ama görünüşüm de bir o kadar küçülüyordu. Ama şimdi buna sevinmeli miyim, üzülmeli miyim bilmiyorum. İcabında, "Ingaaa" diye zırlayacağım günler yakındır bu durumda...

10 Şubat 2010 Çarşamba

Modern Kadın mı, Süper Kahraman mı Belli Değil!

Son birkaç yıldır gündemden hiç düşmeyen bir konu olmayı başarmıştır "modern kadın" kavramı. Modern kadın, yeri geldi bir makyaj harikası olarak düşünüldü; yeri geldi elinin hamuruyla erkeklerin işine burnunu sokan kadın olarak tanımlandı; yeri geldi kolay ulaşılabilir ve ucuz sanıldı! O ise, bir köşede sessiz sakin bir şekilde sadece okumakla yetindi hakkında yazılanları. Çünkü biliyordu ki, söyledikleri böyle insanların beyinlerinden sekip gidecekti suda kaydırılan taşlar gibi. Gerçekte kimdi bu modern kadın, peki? Mükemmel bir anne, yıllar geçmiş olmasına rağmen eşine hala ilk tanıştıkları gün olduğu gibi seksi, güzel ve sempatik görünebilen bir sevgili, her işten anlayan bir ev kadını, hemen hemen sanatın her dalıyla ilgisi olan bir entellektüel ve iş hayatında da oldukça başarılı biri... Evet, ta kendisi! Peki geçip giden bu yıllar "modern kadın" tanımını bu derece genişletmişken neden "modern erkek" kavramında bir değişime sebep olmamıştı. Modern erkek yine aynı erkekti. İşine gider, parasını kazanır, evine döner. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur?! Anlaşılan, yıllarca çalışmasına dahi izin verilmemiş olan kadın, artık modern sıfatına layık olabilmek için bütün bu şeyleri tek başına başarmalıydı. Artık bir "süper kahraman" olması bekleniyordu ondan. İşler böyle olunca "Modern yaşam evliliği öldürüyor mu?" sorusu ortaya çıktı. Oysaki, evliliği öldüren modern yaşam değil, modern kavramının erkek ve kadına eşit bir şekilde paylaştırılmamış olmasıydı. Ev işlerinde eşine yardımcı olan, çocuklarıyla ilgilenen, işinde başarılı, bazen sırf eşini mutlu etmek adına tuttuğu takımın maçını izlemektense operaya bilet alabilen, anlayışlı bir erkek olsaydı "modern erkek"in tanımı, işte belki o zaman gerçeğe dönüşürdü günümüzün evcilik oyunları.