6 Mart 2019 Çarşamba

Dünya üzerinde doğdum. Uzaya fırlatıldım. Okyanusun en dibinden sesleniyorum.





"İlk cümleni bugün yaz." dedi ve ben de bunun ilk cümlem olmasına karar verdim. Hayatta başkaları için çok basit görünen ya da hiçbir anlam ifade etmeyen şeylerin sizin açınızdan bir dönüm noktası olabilmesi çok garip ve merak uyandırıcı. Kendi hayatımda kendi yarıçapımda minik bir devrim hazırlığındayım bu aralar. Küçüklüğümden bu yana en ince hesaplarla attığım her bir adım beni ulaşmak istediğim noktadan bambaşka bir yere ve bambaşka bir şeye sürükledi. Çok istediğimiz, ulaşmak için senelerimizi feda ettiğimiz bir şeyin gerçekleşmemesi teoride kötü bir şeymiş gibi görünse de pratikte her zaman öyle olmuyor. Bazen de hayal ettiğimiz o noktaya geldiğimizde aslında hiç de hayal ettiğimiz gibi olmadığını deneyimleyip hüsrana uğrayabiliyoruz. Hayat gelecek planları ve beklentiler için fazla karmaşık bir algoritma. Hele ki değişkenlerin kontrolü asla bizim elimizde değilse. Bu yüzden kendimi evrenin muhteşemliğinde var olmaya bırakıyorum artık. Bir hayatta kalma metodu olarak pozitif olmak da diyebiliriz buna. İyinin daha iyisi, kötünün daha kötüsü her zaman var olacak. Bunun idrakine varınca insan özgürleşiyor. Tüm bunların öncesinde neler yaşandığını görmek için filmi biraz geri saralım mı?

Çocukluğumdan bu yana spordan edebiyata, bilimden sanata kadar ilgi duyduğum, hatta hala duyuyor olduğum, çok fazla alan var. Hayatımın bir noktasına kadar elimi attığım her şeyi başardım. Bazen hedefe ulaşmak için ömrümden ömür gitti. Bazen de hedef kendi ayaklarıyla geldi. Ta ki yaşamlarımızın doğrusal bir grafik izlemediğini bana öğretecek olan o tecrübeye kadar. Her zaman daha iyiye ya da daha kötüye gitmek hayatın espri anlayışına ters bir durum. Zikzaklar onun tarzı... Virajlarda bazen direksiyonu en sert kırabilen hayatta kalıyor, bazen de bu onun sonu oluyor. Sürpriz! Geleceğe dair kötü olasılıklar için önlem almak korktuğum senaryolardan her zaman korumadı beni ne yazık ki. Onca çaba ve onca hüsran bir şeyler anlatmaya çalışıyordu belki. Belki... 
      
Dünya üzerinde doğdum. Yaşamımın ilk yarısı diyebileceğim kısmında hayalim bir ağaca tırmanabilmekken uzaya fırlatıldım. Birtakım aksaklıklar yaşandı tabi ama nihayetinde en yükseğe vardım. Sonra hayatın cilveleriyle inanılmaz bir ivmeyle okyanusun dibini boyladım. Okyanusun dibini boylamak berbat bir şey. Uzun süre nefessiz kalmak, bir daha nefes alıp alamayacağını bile bilememek. En dibe doğru yol alırken gün ışığını kaybetmek. Bulanık görüntülerin yerini alan karanlık. Sonrası sessizlik. Fırtına öncesi sessizlik. Kendimi kurtarabileceğim tek şansıma ilerlerken zihnimin her şeyin bittiğini kabullenmekle aslında daha yeni başlıyor olabileceğine inanmak arasında verdiği o milisaniyelik savaş... Beklenmedik bir şekilde naif umut kırıntısının kazandığı savaşın sonunda, en dip ile buluştuğum noktada, etki tepkiyle kendimi yeniden yukarı fırlatabilme gücü buldum hücrelerimde. Hala nefes alabilmiş değilim ama güneşin sıcaklığını hissedebiliyorum. Yüzeye yaklaşmış olmalıyım. Çok az kaldı. 
      
İki güzel ağacın arasına geçip bir dilek tutmuştum. Gerçek oldu. Sonra bir şarkı çalmaya başladı arka fonda. Kimse duymadı, ben duydum. Şarkı tam bir çarşamba. Hem de tek derdimin sıcak kumdan yanmış ayaklarımı bir an önce suya sokmak olduğu bir çarşamba. Sonra herkes yok oldu. Ben kaldım. Benimle.