Saat kaç oldu bilmiyorum. Hangi günde olduğumuzdan emin değilim. Hatırlanmaya değer bir gün de değil zaten. Hava Antalya'ya hiç yakışmayan bir şekilde kapalı. Güneş bir kere olsun göz kırpmadı bu sabah. Hepi topu birkaç haftalık tatilimi de yatakta hasta bir şekilde geçiriyorum şimdilik. Bir elimde taze sıkılmış portakal suyum, diğer elimde bitmesinden korktuğum için yavaş yavaş okuduğum kitabım, dışarıda yağmur, pencerelere vuran taneciklerin sesi, camlardan bir balerin edasıyla süzülüp yerçekimine yenik düşen yağmur damlaları... Buraya kadar kulağa çok hoş gelebilir, bardak yağmurla dolmuş da taşmış gibi görünebilir. Ama bardağa boş tarafından bakmak isteyenler için devam edeceğim. Balon gibi olmuş bademcikler, çöp kutusunu doldurmuş peçete yığını, 39.4 derece ateş, bütün eklemlerinden ağrı fışkıran bir beden... Merhaba, Banu ben. Fakat daha bitmedi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi sağ ve sol üstte olmak üzere yeni çıkmaya başlamış 2 tane 20'lik diş. Aslında sorunum sebep oldukları ağrıda değil. Bununla başa çıkabilecek kadar büyüdüm. İşte esas problem de bu: Başa çıkabilecek kadar büyüdüğümü hatırlatmaları. Hissettiğim her sızıda bir kez daha 21 olduğumu hatırlıyorum. Kendimi bildim bileli zamanla hep bir problemim vardı benim. Saatimin pilini çıkarıp zamanı durdurduğumu düşünürdüm küçükken. Ancak ben istersem akmaya devam edebilirdi. Büyüdüm ve bir hayalim daha elimde patladı ne yazık ki. Uslanmamış bir çocuk gibi hayaller kurmaya devam ediyorum yine de. Böylesine karanlık bir günde, ayağa kalkmaya bile takatim yokken yapmak istediklerimi yapıyormuşum gibi düşünmekten başka çarem de yok gibi. Hayallerim gerçekleşirse ne mutlu bana, gerçekleşmezse de hayal ederken yaşayacağım mutluluğu yeterince hissetmiştim zaten der ve yoluma devam ederim. İşte bu yüzden hep mutluyum, gülerim. Hiçbir savaş izi yoktur yüzümde. Demek istediğim, ortada bir bardak varsa gerisi teferruattır. Onu doldurmak ya da boşaltmak bana kalmıştır. Neyse, gidip sıcak bir şeyler içeyim de geleyim kendime. Bu arada bir portakalım var sıkmaya kıyamadığım. Adını Kevin koydum. Yazıma ise son noktayı bir türlü koyamıyorum. Hani "Nokta, bazen her şeyin bittiğini değil de kendinden sonra gelecek harfin büyük olacağını gösterir." derler ya, işte ben ikincisini seçiyorum. Aksi takdirde kucağımda laptop, buram buram sanat kokan filmlerime dönmem gerekecek. 27 dakika boyunca bir adamın araba sürüşünü, 19 dakika boyunca aynı adamın evindeki koltuğunda öylece boş boş oturuşunu ve 24 dakika boyunca da adamın kızının buz üzerinde kayışını izledim bu yazıya başlamadan önce. Hastaysanız ve zaman zaten geçmek bilmiyorsa böyle filmler izlerken tat almayı bir kenara bırakın, halüsinasyon gördüğünüzü düşünmüyorsanız şanslı sayılırsınız. Evet, ben... Vücudu virüslerin istilasına uğramış, 39 derece ateşte bile enzimlerinin inaktif konuma geçeceğini düşünebilecek kadar üşüyen zavallı kız... Yine de, kendimi şanslı hissediyorum Google.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder