23 Kasım 2009 Pazartesi

Nazdarovya!

Geçtiğimiz cumartesi ODTÜ, 26. kez "Cheers" dedi efendim. Eğri oturup doğru konuşalım, paraya kıymış şimdi organizasyon sahibi sevgili arkadaşlarımız. 1.sınıf kuşe kağıda basılmış devasa afişler, el ilanları, falanlar, filanlar gibi gibiler... Ücretsiz ring seferleri bile vardı saat başı. Her şey kapıya gelene kadar bir peri masalını andırıyordu adeta. Fakat, başımıza geleceklerden bihaberdik aslında.
Sorunsal 1: İçinde Sadece Tek Bir Molekül Alkol Barındıran İçkiler(!)
Partideki görevlilerin içki kavramına yeni bir açılım getirmesiyle ortaya çıkmış sorunsaldır kendileri. Malumunuz bu aralar bir şeylere yeni bir açılım getirmek pek moda. Hemen bir örnek vereyim... Votka-kola istediniz diyelim mesela. İçkiyi hazırlayan elemanımız değme illüzyonistlere taş çıkartacak bir el çabukluğuyla votka şişesini bardağa yaklaştırır ve çeker. İşte o saniyenin binde biri kadar geçen zaman diliminde bardağınıza 1 molekül alkol dökülür. Ardından bardak ağzına kadar buz ile doldurulur. Sonrasında boş kalan hacim ise kola ile telafi edilir. İçkiniz hazır. Afiyet bal şeker olsun! Fakat bu Bizans oyunlarına kanıp da ertesi gün "Dün gece partide 30500 bardak içtim abi, bana mısın demedim ya!" gibilerinden artistliklere hiç girmeyin. Tavsiye etmiyorum...
Sorunsal 2: Sifonu Bozuk, Kapı Kilidi Olmayan Tuvaletler
"Yiğidin malı meydandadır." anlayışıyla böyle bir şeye başvurduklarını düşündüm başta. Ama sonradan dank etti kafama. Kızlar tuvaleti ne alaka?! Peki ya sifonlarla nasıl bir alıp veremedikleri vardı acaba? Bence bu sorunun cevabı için de inmeliyiz çocukluklarına.
Sorunsal 3: Sarhoş Olmuş, Saçmalayan İnsan Topluluğu
Bu topluluktaki insanların bazıları zararsızdır. Ya kendi yarıçapında gülüp durur, ya gelir size birkaç soru sorup siz cevapladıkça mutlu olur, ya da dans eder kendini oradan oraya savurur. Bir de bu grubun dışında kalanlar vardır ki işte onlardan mümkün olduğunca uzak durmak gerekir. Fakat bir partiye gidiyorsanız oradaki sarhoş insanlarla başa çıkabilecek güçte olmalısınız. Aldığınız parti bileti sizin bu gibi durumları göze aldığınızın kanıtı niteliğindedir aslında. "Gülü seven dikenine katlanır." misali bir bakıma.
Sorunsal 4: Sürtünme Kuvveti
En fazla 200-300 kişi alabilecek bir mekana inatla 2000-3000 kişiyi sığdırmaya çalışmanın bir ürünüdür bu. Tam dans etmeye başlayacak olursunuz sağınızdan biri geçer. Sonra solunuzdan biri geçer. Sonra o geçen kişinin oluşturduğu saniyelik boşluktan faydalanmak isteyen bir insan topluluğu geçer. Sonra önünüzden biri geçer. O bir kişi hiçbir zaman yalnız kalmaz. Ardından mutlaka birileri onu takip eder. Arkanızda elemanın biri kopmuştur, üstünüze çıkacaktır neredeyse haberi yoktur. Bir sürtünme kuvvetidir, alır da başını gider. Bu sürtünmeler sonucu aşırı derecede ısı açığa çıkar. Parti mekanlarının, insanları üzerindeki her şeyi çıkarmaya sürükleyecek kadar sıcak olmasının en büyük sebebi de bu sürtünme kuvvetidir.
İşte durum böyle böyleyken, böyle böyle... "Cheers"a inat "Nazdarovya" diyorum efendim bu sene!

21 Kasım 2009 Cumartesi

Ayakkabısının Tekini Bulamamış Fake Külkedisi

"Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa, kesinlikle bu olasılık gerçekleşecektir." Diğer bir deyişle... "Ters gidebilecek her şey ters gidecektir." Ne güzel de demiş Murphy amcam! Saat sabahın daha "kargalar b.kunu yemeden" şeklinde bile tabir edilemeyecek kadar erkeni... Yağmurlu, fırtınalı, kapkaranlıkmış gibi algılanan ılık, güneşli bir midterm sabahı. Ey psikoloji sen nelere kadirsin! Masum kahramanımız (baş harfi Banu) günlerdir hatta haftalardır o grammer konusu senin bu kelime listesi benim çalışmıştır. Ee malumunuz insan beyni bilgisayar gibi, yer kalmayınca yüklemek için yeni bir bilgi, siliveriyor acımadan eski gereksiz gördüklerini. Peki ya bu silinenler arasında "Murphy Yasaları" da varsa?! Aynen şöyle oluyor efendim... Kahramanımız kalkıyor "laylaylom" modunda, hazırlanıyor, 30500. kez "kalem aldım, silgi aldım, uç aldım, anahtarlar da tamam, cep telefonum da kapalı, saatim de kolumda" kontrolü yaptıktan sonra kapıya yöneliyor sonunda. Vee... O da nesi?! Kayıp Şehrin Converse'ini bir türlü yırtamamış kızı ayakkabısının tekini bulamamaktadır. Arar, tarar. Oraya bakar, buraya bakar. Zaten vücudunda tavan yapmış olan adrenalin, artık fışkıracak bir yerler aramaya başlar. Daha dün "Banu prenses demek biliyor muydunuz? Ne kadar da bana uygun bir isim ya!" diye arkadaşlarının başının etini yiyen, yetinmeyip beyin çorbası yapan kahramanımız şimdi de ayakkabılarının kaybolması üzerine "Nasıl bir Külkedisi masalının içindeyim böyle?" diye geçirir içinden. Başka bir ayakkabı giyip olay yerinden ayrılır, yüzünde muzurca bir gülümsemeyle. Belki akşama aniden kapı çalınacaktır ve prens ayakkabısının tekini getirecektir ona. Çünkü onun için beyaz atlı prens diye bir şey gerçekten vardır ve prens birgün gelip onu bulacaktır...

15 Kasım 2009 Pazar

Ateş Seni Çağırıyor

Her küçük çocuğun hayalinde bir Mc Donald Amca yatar. Mc Donalds'ta doğum günü kutlamak, Oyuncaklı Çocuk Menüsü'nden aldırıp menünün yüzüne bile bakmadan oyuncağa takılıp kalmak, Mc Donald Amca'yla fotoğraf çektirmek bir çocuk için paha biçilemez eylemlerdir. Küçükken ne gözyaşları dökmüştüm ben de onun uğruna. Şimdi düşünüyorum da, sevgili anne ve babama teşekkürü bir borç bilirim aslında. Benim çocuk aklıma uyup her günün 3 öğününde gitseydik Mc Donalds'a, sanırım olamazdım şu an hayatta. Yıllar girdi araya. Peki ya sonra? Küçüklüğümüzün "100 yaşına gelince bile Mc Donalds'ta yiyeceğim ben", "Büyüyünce çocuklarım olursa ben onları hep Mc Donalds'a götüreceğim" gibilerinden komik ve sevimli cümleleri yalan oldu. Artık biz Burger King insanlarıydık. Ateş bizi çağırıyordu. Sonraları düşünmeye başladık bu ateş neden hep bizi ayağına çağırıyor da kendisi lütfedip gelmiyor yamacımıza diye. Ve Burger King "Evlere Servis"i başlatı. Televizyonlarda sürekli özellikle dışarıda yenilen hamburger, patates kızartması gibi şeylerin sağlıksızlığı üzerine konuşmalar dönmeye başladı. Ve Burger King trans yağ asidi içermeyen kızartma yağı kullanmaya başladığını açıkladı. Belli ki sevgimiz karşılıklıydı. Artık dışarıdayken acıkıldığında, evde ya da yurtta arkadaş ortamında, alışveriş merkezlerinde en üst katta Burger King oldu tercih ettiğimiz nokta. Kimilerimiz şarkılar yazdı Whopper Menu uğruna. Kimilerimiz için vazgeçilmez olmuştu Burger King Milkshake'i sıcak yaz aylarında. Kimilerimiz elinde bir Big King ile giderdi FRP'de kralı oynamaya. Şimdi diyoruz ki "Bir tek Burger King'imiz olsun, bize bir şey olmaz". Çocukken Mc Donalds için söylediğimiz şeyler nasıl komik geliyorsa şu an, yaşlarımız kemale erdiğinde de Burger King için söylediklerimiz öyle gelecek aslında. Çünkü o yaş bizim terfi yaşımız olacak. "Hamburger İnsanı" olmaktan çıkıp birer "Pizza İnsanı"na dönüşeceğiz eninde sonunda. Şimdi gitmem gerek ama. Ateş beni çağırıyorken hala...

12 Kasım 2009 Perşembe

Singing In The Rain

Bugün yağmur vardı ODTÜ'de... ODTÜ'de diyorum çünkü genel olarak Ankara'daki hava durumu hakkında pek bir bilgim yok. Bizim okula kar yağarken Bahçeli, Tunalı güllük güneşlik olabiliyor mesela. İlginç. Alışması da biraz zor sanki ama imkansız değil. Neyse konumuz da zaten bu değil. Bu hafta fizik labımın olmaması erkenden odacığıma koşup, pencerenin karşısına geçip yağmuru izleme zevkini yaşamama olanak verdi. Aslında bunun bir zevk olduğundan şüpheliyim. Biraz ironik bir durum. Sağdan limitini almaya kalksak, yağmur denilen şey; seni olduğundan XL gösteren montlar giymek, şemsiye taşımak, biraz da şanssız isen açtığın şemsiyenin rüzgarda ters dönmesi ve eciş bücüş olmasıyla başa çıkmak zorunda kalmak, hasta olmak ve ardından sana binbir çeşit bitki çayı ya da çorba yapabilecek birilerini aramak, yanından geçen arabaların üzerine su sıçratmasıyla küplere binmek, eğer arabanın içindeki sensen üzerine su sıçrattığın kişi ya da kişilerden küfür yemek, güneşin bulutlar tarafından istilaya uğradığı karanlığımsı görüntünün psikolojine oyunlar oynamasına izin vermemek için çaba harcamak fakat kişiden kişiye değişebilecek bir süreden sonra yenilgiyi kabul etmek anlamına geliyor. Soldan limitini alacak olursak, garip bir şekilde bütün olumsuzluklarına rağmen hiçbir şeyi kafaya takmadan çıkıp çılgınlar gibi altında ıslanmak, giderek yükselen bir ses tonuyla sokağın ortasında şarkılar söyleyip dans etmek, ıslaklığın tadını çıkarmak, etrafındaki insanları nereden geldiğin ya da nasıl bir deli olduğun hakkında düşünmeye zorlamak, odanda pencerenin önünde oturup en sevdiğin kupana doldurduğun sıcak çikolata ya da bol köpüklü bir kahve eşliğinde onu izlemek ve içini doldurduğu o garip hissi anlamaya çalışmadan sadece yaşamak anlamına gelir yağmur. Ben de tam olarak öyle yaptım. Aslında isterdim ki bir de şömine olsun. İçinden gelen çıtır çıtır sesler, yağmurun cama vurup kaçarken çıkardığı sesle birleşip kulağımda bir melodi oluştursun. Gözlerim alevin kahverengiden kırmızıya, kırmızıdan turuncuya geçişine tanık olsun. Olmadı. Sağlık olsun...