29 Mayıs 2019 Çarşamba

Bu Bir Veda


Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Düşüncelerimin hızına yetişmeye çalışır gibi hızlı hızlı mı yoksa onların uçup gitmesine izin vermek istercesine yavaş yavaş mı yazmalıyım kestiremiyorum. Tek bildiğim, beynimin müthiş bir iç dökme arzusu ile yanıp tutuştuğu şu anda. Bugüne kadar evrenle hep trajikomik bir ilişkimiz oldu. Belki de sadece trajediydi ve zihnim bunları komediye dönüştürerek akıl sağlığımı korumak istedi. Her şey o kadar bilinmez ve belirsiz ki... Aklımdan dökülecek her bir kelimeye dikkat etme ihtiyacı hissediyorum. Çünkü bazı şeylerin geri dönüşü yok biliyorum.

Şu koskoca evrene sığamadığımı düşündüğüm anlar oluyor. Her şeyi kapsayabilen bu dipsiz karanlığa bir ben çok geliyorum sanki. Bana bir yanlışı olan kişiye bile kızmadan önce onun ne halde olduğunu düşünerek empati kurmaya çabalarken, herkesin kendi olabilme arzusuna saygı duyup kimsenin yaptıklarını yadırgamazken, eve giren karıncaları bile öldürmek yerine, dışarıda kendilerine bir yuva kurabilsinler diye, yerlere şekerden yollar çizerek yönlendirirken bir yerlerde hata yapmış olmalıyım. Hem de çok büyük bir hata. Hayatıma mal olacak kadar... Yaşadığımız bu sınav çoktan seçmeli mi kestiremiyorum ama elimizde bir cevap anahtarı olsa da yanlışlarımızı görsek güzel olurdu doğrusu. Neresi dalgınlığıma geldi, hangi soruda kaydırma yaptım acaba? Doğru bildiğim bir şeyler mi yanlış yoksa? Nefes al, nefes ver... Önce şu kafamın içindeki sesleri susturmalıyım. İçlerinden biri ne ekersen onu biçersin mantığıyla her şeyin sorumlusunun ben olduğumu söylüyor ve beni acımasızca eleştiriyor. Şu hayatta en çok da kendimi eleştirdim zaten. Hatta belki de sadece... Diğer ses haksızlığa uğruyormuşum gibi iyi insanların da başına kötü şeyler gelebileceğini, şu an kötü görünse de ileride iyi sonuçlanabileceğini fısıldıyor o sırada kulağıma. İyi ki varsın! Bir başka ses ise artık öylesine kaybetmiş ki umudunu, tamamen tepkisiz. Kendi hayatını doğrudan etkileyecek olayları bile bir ekrana bakar gibi izliyor sadece. Bambaşka bir ses öfke ve nefretle dolu, en çok da onu zapt etmekte zorlanıyorum. Bir serbest kalsa önüne gelen herkesi ve her şeyi yakıp yıkacak. Dünyanın hatta evrenin sonu gelse bile içindeki ateş sönecek gibi değil. Kafamın içi yangın yeri... Alev alev yanıyorum ama görmüyorsunuz. Çığlıklarımı içime ata ata nefesim kesiliyor. Bilmiyorsunuz. Kızmıyorum. Küsmüyorum. Ve zorluk da çıkarmayacağım.

Mükemmel işleyen bir dişli çarkın arasına girip tüm düzeni sekteye uğratan gereksiz parça gibiyim. Hiçbir kıymetim yok, adeta görünmezim. Ama her şeyi bir anda mahvedebilirim. Bu bir veda biliyorum. Kime ya da neye ve ne şekilde henüz çözemesem de, mantığımla açıklayamasam da derinlerde bir yerde bunu hissediyorum. İçimde kalan son insani parçayla, son kez hissediyorum. Gidiyorum. Belki kalbim uzun yıllar daha atmaya devam edecek ama ben çoktan gitmiş olacağım. Hayatın kendisi öldürücü iken yaşadığını hissetmek saçmaydı zaten.

Saat öğleden sonra 2, gece kuşları için kalkma vakti. Alarmın sesiyle kendime geldim. Uykum boyunca birbirine yapışmış kirpiklerim, bir o yana bir bu yana dönmekten kırış buruş olmuş kıyafetlerim... Yine de yüzüme vuran güneş ve gülümsememle çok şekerim. Gidip güzel bir kahvaltı yapıp keyiflenmeliyim. Her zaman olduğu gibi. En azından dışarıdan görünen böyleydi. Olması gerektiği gibi…