Nereden başlayacağımı bilmiyorum.
Düşüncelerimin hızına yetişmeye çalışır gibi hızlı hızlı mı yoksa onların uçup
gitmesine izin vermek istercesine yavaş yavaş mı yazmalıyım kestiremiyorum. Tek
bildiğim, beynimin müthiş bir iç dökme arzusu ile yanıp tutuştuğu şu anda.
Bugüne kadar evrenle hep trajikomik bir ilişkimiz oldu. Belki de sadece
trajediydi ve zihnim bunları komediye dönüştürerek akıl sağlığımı korumak
istedi. Her şey o kadar bilinmez ve belirsiz ki... Aklımdan dökülecek her bir
kelimeye dikkat etme ihtiyacı hissediyorum. Çünkü bazı şeylerin geri dönüşü yok
biliyorum.
Şu koskoca evrene sığamadığımı
düşündüğüm anlar oluyor. Her şeyi kapsayabilen bu dipsiz karanlığa bir ben çok
geliyorum sanki. Bana bir yanlışı olan kişiye bile kızmadan önce onun ne halde
olduğunu düşünerek empati kurmaya çabalarken, herkesin kendi olabilme arzusuna
saygı duyup kimsenin yaptıklarını yadırgamazken, eve giren karıncaları bile
öldürmek yerine, dışarıda kendilerine bir yuva kurabilsinler diye, yerlere
şekerden yollar çizerek yönlendirirken bir yerlerde hata yapmış olmalıyım. Hem
de çok büyük bir hata. Hayatıma mal olacak kadar... Yaşadığımız bu sınav çoktan
seçmeli mi kestiremiyorum ama elimizde bir cevap anahtarı olsa da
yanlışlarımızı görsek güzel olurdu doğrusu. Neresi dalgınlığıma geldi, hangi
soruda kaydırma yaptım acaba? Doğru bildiğim bir şeyler mi yanlış yoksa? Nefes
al, nefes ver... Önce şu kafamın içindeki sesleri susturmalıyım. İçlerinden
biri ne ekersen onu biçersin mantığıyla her şeyin sorumlusunun ben olduğumu
söylüyor ve beni acımasızca eleştiriyor. Şu hayatta en çok da kendimi
eleştirdim zaten. Hatta belki de sadece... Diğer ses haksızlığa uğruyormuşum
gibi iyi insanların da başına kötü şeyler gelebileceğini, şu an kötü görünse de
ileride iyi sonuçlanabileceğini fısıldıyor o sırada kulağıma. İyi ki varsın!
Bir başka ses ise artık öylesine kaybetmiş ki umudunu, tamamen tepkisiz. Kendi
hayatını doğrudan etkileyecek olayları bile bir ekrana bakar gibi izliyor
sadece. Bambaşka bir ses öfke ve nefretle dolu, en çok da onu zapt etmekte
zorlanıyorum. Bir serbest kalsa önüne gelen herkesi ve her şeyi yakıp yıkacak.
Dünyanın hatta evrenin sonu gelse bile içindeki ateş sönecek gibi değil.
Kafamın içi yangın yeri... Alev alev yanıyorum ama görmüyorsunuz. Çığlıklarımı
içime ata ata nefesim kesiliyor. Bilmiyorsunuz. Kızmıyorum. Küsmüyorum. Ve
zorluk da çıkarmayacağım.
Mükemmel işleyen bir dişli çarkın
arasına girip tüm düzeni sekteye uğratan gereksiz parça gibiyim. Hiçbir
kıymetim yok, adeta görünmezim. Ama her şeyi bir anda mahvedebilirim. Bu bir
veda biliyorum. Kime ya da neye ve ne şekilde henüz çözemesem de, mantığımla açıklayamasam
da derinlerde bir yerde bunu hissediyorum. İçimde kalan son insani parçayla,
son kez hissediyorum. Gidiyorum. Belki kalbim uzun yıllar daha atmaya devam
edecek ama ben çoktan gitmiş olacağım. Hayatın kendisi öldürücü iken yaşadığını
hissetmek saçmaydı zaten.
Saat öğleden sonra 2, gece
kuşları için kalkma vakti. Alarmın sesiyle kendime geldim. Uykum boyunca
birbirine yapışmış kirpiklerim, bir o yana bir bu yana dönmekten kırış buruş
olmuş kıyafetlerim... Yine de yüzüme vuran güneş ve gülümsememle çok şekerim.
Gidip güzel bir kahvaltı yapıp keyiflenmeliyim. Her zaman olduğu gibi. En
azından dışarıdan görünen böyleydi. Olması gerektiği gibi…