11 Ağustos 2014 Pazartesi

Hey, I am a millennial. Generation Y!


"Ben bir milenyum çocuğuyum, Y kuşağından. Aşağı yukarı, AIDS'in doğumuyla 11 Eylül saldırıları arasında bir yerde doğdum. Bize "Küresel Nesil" diyorlar. Her şeyi hak olarak görmemiz ve kendimizi beğenmişliğimizle tanınırız. Sadece varlığı için, orada bulunduğu için bile her çocuğa ödül verilen ilk nesil olduğumuz için böyle olduğumuzu söylüyor bazıları. Diğerleri ise sosyal medyanın her gaz çıkardığımızda ya da sandviç hazırladığımızda bunu tüm dünyayla paylaşmamıza olanak sağlamasına bağlıyor bunu. Ama en belirleyici özelliğimiz dünyaya olan duyarsızlığımız, acıya karşı hissizliğimiz gibi görünüyor." Gerçekten sizin gözünüzde böyle miyiz? Teknolojinin içine doğmuş bir nesil olarak farklılığımızın sebebi yine bizler miyiz? Seçme şansımızın bile olmadığı doğum tarihimiz mi bizi biz yapan, yalnız bırakan? Sizce de bizi biraz yanlış değerlendirmediniz mi? Öncelikle, hani "Bu çocukları Facebook, Twitter, Instagram vs böyle yaptı." diyorsunuz ya, onları ortaya çıkaran da bu hale getiren de biziz aslında. 30-40 sene önce Facebook çıkmış olsa bile o neslin mahremiyeti ve ahlak anlayışı ile ne kadar örtüşebilirdi? Şu an X kuşağı sosyal medyaya adım atmış, biraz biraz alışmış haliyle bile "Yediklerini, içtiklerini çekip koyuyorlar. Ne kadar ayıp! Bir gören olur, canı çeker." diye hayıflanabiliyor mesela. Sizler gibi olmayabiliriz, çünkü biz değişimin ta kendisiyiz. Aslında ortada doğru-yanlış ya da haklı-haksız yok, değişen kavramlar var sadece. Diğer bir mesele ise, sandığınız kadar yalnız bir nesil değiliz biz. Hatta küçük bir mesajla ya da bir tweetle istersek yüzler, binler, milyonlar olabiliriz. Evet, kendimize güveniyoruz ve inanıyoruz. İstersek başarabileceğimizi biliyoruz. Bunun neresi kötü ki? Gerçekleşen tüm isteklerimiz size göre bizi haddinden fazla şımarttı ancak bize göre daha iyilerini gerçekleştirebileceğimize dair umut verdi. Düşündüğünüz gibi şımarık, ne istediğini bilmeyen bir nesil de değiliz. Nasıl bir çok işi aynı anda halledebiliyorsak, birçok şeyi de aynı anda istiyoruz sadece. Hepsi bu. "Nedir, ne değildir?" yerine "Nasıl, neden?" diye soran bir nesiliz. Hatta "Generation Y" kavramı da buradan geliyor. Diğer bir deyişle bize "why" kuşağı diyorlar. Elbette en az sizin kadar sonuç odaklıyız. Fakat, sonuç kadar sürecin de ne kadar önemli olduğunun bilincindeyiz. Bu sebeple en az sonuç kadar sürecin de tadını çıkarır ve öğreniriz. Anlayacağınız, doğuştan lideriz. Yeni mezun halimize bakmadan bir işe girdiğimizde önemli kararlar almak, büyük değişikliklere imza atmak isteriz. Kıpır kıpırız. Durdurulamayız. Garanticiyiz ancak sırf bazı şeyleri garanti altına almak için de isteklerimizden, değerlerimizden taviz vermeyiz, veremeyiz. Bu yüzdendir ki içimize sinmeyen işte çalışmayız, hoşumuza gitmeyen insanlarla arkadaşlık kurmayız. Bağımsız olmayı severiz, özgürlüğümüze düşkünüz de biraz ama bu demek değil ki dünyada başka kimseye de değer vermiyoruz ya da ailemizi yok sayıyoruz. Bizden önceki nesillerin aksine, ailesine daha bağlı bir nesil bile olabiliriz aslında. Çünkü onlar kendi ebeveynleri gibi baskıcı ve kuralcı bir jenerasyon olmadılar. Bu sebeple bizim hayallerimiz şehir dışında üniversite yazmak ya da koca bulup evden ayrılmaktan çok daha öteye gidebildi. Ve yine aynı sayede düşünebilen, yaratıcı bir nesil olduk. Demem o ki, biz anne babalarımızla ömür boyu sürecek olan soğuk bir savaşa girmedik, tam aksine onlarla ölümüne kanka olduk. Bu yüzden bazı yöneticiler tarafından sevilmeyebiliriz. Evde görmediğimiz, alışık olmadığımız otoriteyi işte tecrübe ettiğimizde afallarız. Haliyle birçoğumuzun hayali ya sıkı çalışıp bir an önce CEO olmaktır ya da kendi işini kurmaktır. Sonuç şu ki; tembel, disiplinsiz, prensipsiz, apolitik değil, sadece bakış açısı ve yetenekleri farklı bir nesiliz. Sizler bu değişimi, bu farklılıkları kabul etmediğiniz sürece "Yok, olmamış bu nesil. Yapamamışız." diye kendinizi üzmeye devam edeceksiniz.

1 Ağustos 2014 Cuma

Secret vs. Murphy

Herkesin bir felsefesi var. Başarıyı yakalama yolları aynı olanların bile bu başarıları yorumlama şekilleri farklı. O kadar yazıldı, çizildi, konuşuldu ki bu konular, artık kim neye inanacağını şaşırdı. "Off, hep bu Murphy yüzünden, bir işim de rast gitmiyor.", "Secret yaptım, başardım." tadında cümleler her yerde. Aslında bana sorarsanız ikisi de olması gereken, birbirini tamamlayan şeyler. Yani tabi ki ben de isterim, evrene pozitif enerji gönderip, umutlarla dolu gülücüklerimle istediklerimi elde edebileyim. Ancak işler tam olarak böyle yürümüyor maalesef. Her iki duruma da şans verdim, denedim. Öncelikle söylemeliyim ki, Murphy'nin iddia ettiği üzere ters gidebilecek olan her şey ters gitmiyormuş. Yeterince önlem aldığınız ve düzen sağladığınız takdirde hayatınızdaki birçok kaosun önüne geçebiliyorsunuz. Arada ters giden şeyler elbet oluyor. Bir bakıyorsunuz, uğruna birçok şeyi feda ettiğiniz, çok istediğiniz bir şeye bazen tek bir adım bile yaklaşamamışsınız. Canınız sağolsun. Secret'a gelince; güzel düşünmek, pozitif bakmak, umutlu olmak tabi ki harikulade şeyler. Buna lafım yok. Fakat, başınıza güzel şeylerin gelmesi için bazı durumlarda bunlar yeterli olmuyor ne yazık ki. Son birkaç aydır evren öylesine sömürdü ki pozitif enerjimi, doyuramadım gitti. Peki o kadar umudun, güzel düşüncenin karşılığında elime geçen şey ne? Yeni bir makarna süzgeci! Ve ben buna rağmen hala iyimser olmaya çalışıyorum, "En azından kirli, üzerinde kurumuş makarna kalıntıları olan bir süzgeç değil." diyorum. Daha ne kadar ileri gidebilirim? Ne kadar Pollyanna'yı oynayabilirim? Bardağın gördüğüm dolu tarafı okyanus oldu taştı, bu evren hala memnun olmadı. Fakat bu demek değil ki, ben çok mutsuzum ya da hayatımda güzel giden hiçbir şey yok. Demem o ki, ne olursa olsun hayatınızdan pozitif düşünceyi eksik etmeyin, umutsuzluğa kapılmayın. Ama körü körüne de Secret'a bel bağlamayın. Olası problemleri görün ve önlemlerinizi alın. Murphy'e fırsat tanımayın. Hayat tüm zıtlıklarıyla güzel, yeter ki siz onları dengelemeyi bilin.