22 Mayıs 2010 Cumartesi

Banu Demir Kimdir, Kim Değildir?


Kendini sever çünkü kendini sevmeyen birinin başkalarını sevebileceğine inanmaz.
Uzun süredir giymediği pantolonundan para çıktığında dünyalar onun olur.
Kitap kurdudur.
Yerine göre iyi bir oyuncudur.
Her konunun maydanozudur.
Uçurtmanın kuyruğudur.
Fotoburdur.
Kendini prenses sanan küçük kız çocuğudur.
Koli koli brokolidir.
Ayakkabısının tekini bulamamış fake Külkedisi'dir.
Cemal Süreya'nın eksilen y'sidir.
Okulunun yüksek onurlu inekgillerindendir.
Nanik depresiftir.
Uzun hikayedir.
Taş devri mi Jetgiller mi ikilemindedir.
Poh poh perisidir.
Dengeye ulaşamamış tepkimedir.
Yumurtadan çıkan sürprizdir.
Ne istediğini bilmeyen değil pek çok şeyi aynı anda isteyendir.
Garanticidir.
Adamına göre gıcıklaşabilir.
Gece yatmaz sabah kalkmaz tiplemesidir.
Kayıp şehrin Converse’ini bir türlü yırtamamış kızıdır.
Hiçbir yere, hiçbir şeye ait olmama hissi taşır.
Ayrıntı insanıdır.
Nerede değilse orada mutlu olacakmış sanır.
Kulağında ipodu ile gezerken klip tadında yürüyen insandır.
Maskaradır.
Dokuz canlıdır.
Bütün hakkı saklıdır.
Kararsız değil birden çok kararı olandır.
Eşek kadar olmuştur ama hala çizgi film izlemeye bayılır.
Tabuya aranan dördüncüdür.
Beşiktaş’tan başka takım tutacağına aklından sayı tutar.
Buzdolabının önünde kısa süreli dikilme sendromu yaşar.
Sürekli not tutar.
Fotosentez yapar.

18 Mayıs 2010 Salı

Çarpık Eğitim Sistemi ve Çarpık Bacaklar

Ne yazık ki, Türkiye'deki eğitim sistemi gerçekten de en az Ikınsu'nun bacakları kadar çarpık! Belki klişe ama gerçek. Milli Eğitim Bakanlığı da kızların eteklerini kıvırmasına kafayı takmış, sanki bütün sorunları halletmiş de bir tek o kalmış gibi. Öyle bir eğitim sistemi ki bu; öncelikle en iyi, en çok para kazandıran ya da en popüler, en çok tercih edilen meslekler sıralanır; sense artık o meslekler için okuman gereken bölümlerden en iyi hangisini tutturabilirsen ona kapağı atıverirsin. Sorgusuz, sualsiz... Çünkü önünde ÖSS denen öylesine çılgın bir sınav vardır ki onun için sabahtan akşama, akşamdan sabaha çözdüğün sorular artık milyonlara ulaşmıştır. Dolayısıyla hayatında daha fazla soruya yer yoktur. Zaten beynin de o tarz sorularla uğraşmak için programlanmamıştır. Hemen hemen öğrencilerin %90'ı bu Bizans oyunlarına kanar ne yazık ki. Çünkü ona ne istediğini, neler yapabileceğini düşünme fırsatı verilmez. Verilirse, istenmeyen sonuçlar daha doğrusu bölümler doğuracağından korkulur. Liseye kadar karnesinin "Hepsi Beş" olan tiplerdendim. Liseye geldim ve aynı geleneği devam ettirdim. Böylesine başarılı her öğrenciden bekleneceği üzere ben de haliyle sayısal seçtim. İyi kötü liseyi de "Hepsi Beş" olarak bitirdim. ÖSS'ye girdim ve ODTÜ'ye geldim. Bu zaman zarfında bazen konservatuara gitmeyi bazen güzel sanatlar seçmeyi bazense herhangi bir yabancı dil bölümüne girmeyi düşünmedim değil. Ama hiçbiri "böylesine başarılı, zeki" bir kızdan beklenecek şeyler değildi. Bunlar olsa olsa onun hobileri olabilirdi. Nitekim öyle de oldu. Çarpıklıktan demişken üniversitelerden bahsetmemek olmaz tabi. Duyduğum kadarıyla öyle üniversiteler varmış ki, ilk dönem üçüncü sınıfın birinci dönem dersleri alınırken, ikinci dönem ikinci sınıfın ikinci dönem dersleri alınabiliyormuş. Alın size çarpıklığın önde depar atanı! Mesela bizde de ortalamanın 100 üzerinden 20'nin altında çıktığı sınavlar oluyor. İşlerine geldiğinde "Siz Türkiye'deki öğrencilerin kaymak tabakasısınız, hepiniz belli bir zeka seviyesinin üzerinde olduğunuzu kanıtlayarak buraya geldiniz." diyen bazı hocalar böyle bir ortalamadan sonra bütün suçu öğrencilere atmaktan hiç de çekinmiyor ne yazık ki. Belli bir zekaya sahipsek ve ne kadar disiplinli olduğumuzu ÖSS'de gösterip buraya gelmişsek öyle bir ortalamadan sadece biz sorumlu tutulamayız efendim. Suç belki biraz hocada belki biraz sınav kağıtlarını okuyan asistanda belki biraz sistemde belki de biraz bizdedir. Ama kesinlikle "tamamen" bizde değil. Bana kalsa tek bir fizik sorusu çözmek yerine 5 tane essay yazmayı tercih ederdim, ya da bir calculus sınavına girmektense yüzlerce ansiklopediyle dolu kütüphaneye girip A'dan Z'ye her şeyi ezberlerdim. Ama istediklerimi yapmak yerine inatla yapamadıklarım için uğraştım. Eğer buna rağmen başarısız oluyorsam suçu biraz da kendinde aramalı bazıları. Pablo Picasso olabilecek bir görsel dehadan pratisyen doktor yaratan, Beethoven olabilecek kadar müziği yalamış yutmuş birinden vasatın altında mühendis yetiştiren sisteme lanet okuyorum. Herkesten bir Einstein olmasını beklemeyin. Son olarak siz yetkililere sesleniyorum. Kızların çarpık bacaklarıyla uğraşmayı bırakın, çarpık eğitim sistemine bir el atın!

16 Mayıs 2010 Pazar

METU Spring Fest '10

Şenlikten mini mini notlar:
1. Renkten renge, şekilden şekle girmiş gözlükler takmak in! Evet, bu sene bir zencinin yapması gereken her şeyi yaptık biz!
2. Apaçi sıtayla dans in! Meğer herkes bir sinsi, herkes bir mini çakalmış. Herkes öyle dans etmeyi biliyormuş da bizim haberimiz yokmuş. Hangimiz biraz apaçi değiliz ki dediler ve affetmediler, müziğe eşlik ettiler.
3. Kovboy şapkaları in! Söz konusu şapka olursa alırım ve takarım. Bu kadar basittir bu denklem. Tam 30500 kez "Pardon, şapkanızla bir fotoğraf çekinebilir miyim?" sorusuyla başlayan abazalıklara davet çıkarmış olsa bile! Bu soru öyle bir soru ki cevap vermediğiniz zaman evrim geçirerek "Şapkanı ver!" şeklinde kabalaşabiliyor da. Dikkat!
4. Melekler ve Şeytanlar in! Melek görünümlü şeytanlar da türedi hatta bu sene. İnsanlar orjinal, yapacak bir şey yok!
5. Siyah beyaz "ODTÜ Hatırası" fotoları in! Öyle bir fotoya sahip olmadan kimse mezun olmak istemez herhalde.
6. Minik kavunların içine tepeleme doldurulmuş dondurmalar in! Hmmm yamnnggg!
7. Şenlik günü gidilmesi zorunlu olan 8.40 dersleri out! Zira şenliğe daha kargalar bile bokunu yemeden şeklinde tabir ettiğimiz saatlerde başlamak hiç hoş olmuyor.
8. Şenlik günü gidilmesi gereken lablar out! Akşam 5 buçuktan sonra labdan çıkıp, o gün için şenliğin giriş gelişme kısmını kaçırmak suretiyle direkt sonucuna dalmak adaptasyon sorunu yaratabiliyor bünyede.
9. "Ben kimim, burası neresi?" out!
10. "Burası kim, ben neresiyim?" in!
11. Her ne kadar sinir katsayısını sonsuza çıkararak da olsa derslere gitmek in! Evet, biz böyle bir arkadaş grubuyuz. Şenlik boyunca ders kaçırmadık, sınavlarımıza girdik, her şeyimizi zamanında teslim ettik. bkz: adam olacak çocuk
12. Duman'ın istisnasız her konserinde attığı fake out! Elemanlar sahneden indi. "Bir daha, bir daha." sesleriyle inleyen stadyuma bakıp yaptı biraz ego tatmini ve ardından geri geldi. Şakacı Duman seni. Daha önce konserlerine gelmemiş olsak yerdik bu numaranı belki.
13. Sulukule Roman Orkestrası'ndaki elemanlardan birinin konser sırasında Meryem'ine yaptığı evlenme teklifi in! Buradan o elemana sesleniyorum. Bence yine de tekrar sormalısın bu soruyu. Zira aldığın evet cevabı o an baskı altında verilmiş bir cevap da olabilir. Ben Meryem olsam binlerce çılgın insan "Evet" diye Devrim'i yıkarken istesem de hayır diyemezdim. Meryem'e mi acısam sana mı bilemedim şimdi!
14. "Treasure Hunt" in! O artık bir klasik! O artık bir olmazsa olmaz!
15. Hırkasını üzerinden hiç çıkarmayan Abuzittin in! Nerede ne zaman görsek o hırka vardı üzerinde Abuzittin! Birileri japon yapıştırıcısıyla mı yapıştırdı üzerine onu anlamadık ki? Artık kokmadı mı, kirlenmedi mi o hırka, merak ediyoruz. Annenin karnında bile o hırkayı giydiğini düşünmeye başladık haberin olsun!
16. Pembe gömlekli, ifadesiz, kalas gibi dans eden eleman out! Üzgünüz seni gerçekten hiç beğenmedik. Göz kirliliğinden ibarettin!
17. İçip içip arabaları sallamak out! Yapmayın, gerek yok böyle şeylere gençler.
18. Tunalı kaçamağı in! My name is Banusu. Banusu özel isim olduğu için değişmez. Hıhı evet!
19. Madonna Don't Tell Me hesabı in! Yine bir şapkanın sebep olduğu, yediğim laflardan biri. Güldürdün bizi Şemsettin!
20. "Turkish Kovboylar" şarkısı in! Çok yaratıcısınız gençler(!) Kovboy kılığına girmiş bir haldeyken benim için o şarkıyı söylemek aklınıza nereden de geldi öyle?!
21. "Gençken yapılacak 100 şey" in! Yaparım ki ben dedim. Üzerimde dalgıç kıyafetim, ayaklarımda paletlerim, yüzümde koca bir dalış gözlüğü ve şnorkelim... İnsanlara "Kayboldum, Akdeniz ne tarafta acaba?" dedim. "Valla şu an ne desem yalan olur.", "Ne diyeceğimi bilemiyorum.", "Sen şu tarafa doğru git, radyo var orada sana gösterirler Akdeniz'i." dediler. Hayatımda daha önce hiç bu kadar çok benimle fotoğraf çektirmek isteyen insan olmamıştı herhalde. Beni sizler yarattınız. Hepinize konserde çılgınlar gibi alkış almış sanatçı edasıyla "Çok sağoluuuunnn!" diyorum.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Relationship Status: It's Complicated

Efendim gün geçmiyor ki Facebook sayfamı açınca yeni bir "relationship" görmeyeyim! Neymiş Bıdı Bıdı Hede Hödö ile aşna fişna yapmaya başlamış. Bunu bilmek istediğimi de nereden çıkardın acaba sayın Facebook?! Altına hemen "like" yapıştıranlardan bahsetmek dahi istemiyorum. Zira biraz kırıcı olabilirim. Sonracığıma Berkecan Ikınsı ile mercimeği fırına vermiş. Böyle bir durumda beni tek alakadar eden şey "Mercimek pişmiş mi, pişmemiş mi? Piştiyse nerede?" olur. Bir de Abuzittin var, Zübeyde ile seviyeli bir ilişkisi olan. Laf aramızda, bu çift gerçekten de çok sıkıcı. Yanlış anlaşılma olmasın, sevgilim yok diye insanları kıskanıyor değilim. Durum sandığınız gibi olsaydı, şu an yazı yazmak yerine, elimde çürük domateslerimle kapılarına çoktan dayanmış olurdum. Bazı Sevgililer Günü'nde bunu yapmak içimden geçmiyor değil aslında. Takdir edersiniz ki ben tek başıma sinemaya giderken, kendi kendime hediyeler alıp avunmaya çalışırken, etrafımda her şeyi "kuşlar, böcekler, çiçekler" olarak gören, kendini harikalar diyarında sanan Alice çakmalarının varlığı rahatsız edici olabiliyor. Yakışıklı birini gördüğünde ve o sana gülümsediğinde hani kalbin kızarmış ekmeğin üzerindeki tereyağı gibi erir ya, işte sayenizde ben de bu duyguyu artık alışveriş yaparken hissetmeye başladım beyler. Zaten eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, hangi erkek bir mağaza kadar iyi davranabilir ki? Hangi erkeği size uymadığını gördüğünüzde gidip iade edebilirsiniz ki? Hangi erkek için her zaman sevgilisi haklıdır ki? Ama mağazalarda sıfatınız müşteridir ve her zaman haklısınızdır. Bir sevgiliye sahip olmanın elbette mükemmel yanları da vardır. Mesela regl olduğunuzda triplerinize katlanmak zorunda olan biri kulağa hiç de fena gelmiyor. Ya da boş zamanlarınızda odanızda kös kös oturup blogunuza yazılar yazmak yerine, yazmak istediklerinizi yaşayabilirsiniz de. Çünkü sevgilinizin olması demek, size her zaman eşlik edebilecek birinin olması demektir. Zaten bazıları aşkı yazar, bazılarıysa yaşar. Her neyse, amacım Küçük Emrah modunda bakışlar atıp kendimi acındırmak değil. Belki bir sevgilim yok ama bana en az onun kadar değer veren arkadaşlarım var. Bugüne kadar hiçbir telefonumu geri çevirmeyen, her zırlamamda yanımda olan, her saçmalayışımda bana katılan, her mutlu anımda bir şampanya patlatan arkadaşlarım... Hani ilkokulda falan "En iyi arkadaşınızı anlatın." temalı şeyler yazmamızı isterlerdi ya, ben hiçbir zaman yazamadım. Sorun yazmakta değildi. Sadece en iyi arkadaşım diyebileceğim biri yoktu. Onlar birden çoktu. Benim birbirinden mükemmel arkadaşlarım vardı ve hepsi en iyiydi. Kim olduğunuzu gayet iyi biliyorsunuz. Sizi çok seviyorum. Xoxo... Gossip Girl ;)