31 Ocak 2010 Pazar

Mütevazı Bir Narsistim Ben!

Herhangi bir konuda yanlış bilgilere sahip olmakla kalmayıp bu bilgilere dayanarak karşısındakileri eleştiren insanlara kesinlikle tahammülüm yoktur. Mesela, kendini sevmekle kendini beğenmiş biri olmak aynı şeyler değildir. İnsanın kendini sevmesi gerekli bir şeydir, çünkü kendini sevemeyen biri başkalarını da sevemez. Ben kendini beğenmiş biri değilim. Sadece artılarımın ve eksilerimin farkındayım, elimden geldiği kadar yanlışlarımı düzeltmeye çalışıyorum ve kendimi böyle kabul ediyorum. Bu farkındalığa dayanarak kimse bana kendini beğenmiş etiketi yapıştıramaz. Karşınızdaki biri size "Bugün harika görünüyorsun." dediğinde verebileceğiniz üç temel cevap vardır, bu cevaplar da sizin kişiliğinizi yansıtır. İlk olarak, "Evet, biliyorum. Ben her zaman harikayımdır zaten." gibi bir cevap verebilirsiniz ki işte bu sizin narsistlik hanenizde artı bir puan demektir. Ya da, "Teşekkür ederim." gibi gayet kısa, öz ve kibar bir cevabı seçebilirsiniz ki bu olması gerekendir. Mütevazılık hanenize artı bir puan eklenmiştir. Son olarak, "Yok canım, berbat görünüyorum. Gözlerimin altına bir baksana. Saçlarım da yağlı biraz. Bu etek bacaklarımı da çarpık göstermiş. Sanki biraz da ruhsuz bakıyorum. Resmen zombiye benziyorum ya." şeklinde bir cevap seçebilirsiniz ki işte şimdi durum biraz vahimdir. Böyle bir cevabın iki sebebi olabilir. Ya kişi gerçekten kendini sevemiyordur, ne kadar kötü yanı varsa hep onları görüyordur; ya da kendi çapında mütevazı görünmeye çalışıyordur. Ama mütevazılık kesinlikle bu değildir. İnsanın kendini olduğundan daha küçük görmesi ya da göstermesi, başarabileceği şeyleri başaramayacağını söylemesi tamamen zavallıca ve ödlekçe bir davranıştır. Genellikle böyle bir davranışla içten içe insanların beklentilerini azaltmak amaçlanır. Oysaki mütevazı olarak tanımlanan insan yeteneklerinin farkındadır, sadece bunları reklam malzemesi olarak kullanmaz. Mütevazı bir insan kalitelidir. Kendisine söylenen şeylere alçakgönüllülükle cevap veriyorsa ya da küçük bir gülümsemeyle teşekkür ediyor sesini çıkarmıyorsa kalitesindendir. (Bir de mütevazi ile mütevazı kelimelerini karıştıranlar vardır ki bu konuya hiç uzun uzadıya girmek istemiyorum. Mütevazı demek alçakgönüllü demektir, mütevazi ise birbirine paralel olan şeyler için kullanılır efendim. Küçük çapta bir cinnete sebep olmayalım, lütfen dikkat edelim.) Sonuç olarak, umarım bir daha birileri bir iltifat karşısında sadece kibarca teşekkür ettiğim için, karşılığında kendimi yerden yere vuracak cümleler kurmadığım için ve kendimi bu halimle kabul ettiğim için hakkımda narsistin teki diye düşünmez. Çünkü diğer sefere tekrar bir uyarı yapacak kadar insaflı olmayabilirim. Ve evet, bu bir tehdittir. Yerseniz!

30 Ocak 2010 Cumartesi

İnsanlar İzah Edemediklerini Mizah Ederler!

Kimileri uzun uzun sayfalarca yazmayı tercih eder, kimileri kelimeden tasarruf edip şiire yönelir, kimilerininse tasarruftan anladığı tek bir karenin içindeki çizgilerle onlarca sayfalık bir olayı anlatabilmektir. Bu karelerin birçoğu güncel olaylar üzerinedir. İsteyen elbette daha kalıcı, genel bir konu seçebilir. Karikatür, özellikle gençlerin gözdesidir. Arkadaş ortamında, herhangi bir karikatürden alınmak suretiyle yapılmış olan bir espriyi anlamamak, dışlanma hatta dışkı muamelesi görme sebebidir. Eğer bir kişi bir karikatüre gülmüyorsa bunun iki anlamı olabilir: Ya karikatürde anlatılana katılmıyordur, tam tersini düşünüyordur ya da karikatürü anlamamıştır. Karikatür demişken Selçuk Erdem, Yiğit Özgür, Umut Sarıkaya, Uğur Gürsoy gibi üstadları saymadan edemeyeceğim. Hele ki "Fırat"ı okurken aldığım keyfi tarif edebileceğim kelimeler ne yazık ki henüz türetilmiş değil. Ağzından çıkan her cümle istisnasız dillere dolanır, slogan olur. Elinizde olmadan Fırat gibi konuşmaya başladığınızı görürsünüz bir süre sonra. "Eneem, ne de güzelmiş ki senin bu kazağın.", "Yok yea, bununla bir şey yaparım ki ben!", "Komedi şakası filmi izleyelim mi?", "Kızı ağzından öptü filmde!", "Bilgisayarda ders bileceğim ben anne.", "Meğerse burası benim evimmiş.", "İnnatayna, subaneke dinimiz amin." gibilerinden cümleler hayatınızın bir parçası oluverir sinsi gibi. Bu cümleleri kullandığınız ortamlardaki insanlar da Fırat okuruysa sorun yok, fakat böyle bir bücürün varlığından haberdar değillerse işte o zaman sizin akıl sağlığınızdan şüphe etmeye başlayabilirler. Yine de... Beslenir ki bu çocuk!

27 Ocak 2010 Çarşamba

"Tim Burton" bir yaşam tarzıdır!

Her ne kadar bazılarına göre Tim Burton, IQ'su ayakkabı numarasından ufak olan bireyler için filmler çeken başarısız bir yönetmen olsa da birçok kişiye göre onun adını bile görmek yeterlidir bir filme gitmek için. Dünya üzerinde kaç tane yönetmen vardır ki; şu an yaşadığımız olayları çocukluk hallerimizle yorumlayabilmemizi sağlayan? Küçükken yatağa girdiğimizde dinlemekten zevk aldığımız birbirinden acayip bir o kadar da gizemli masalların çoğunun sonunu öğrenememişizdir, çünkü uyku denen sevimli şey daha masalın bitmesini beklemeden bizi alıp başka başka masalların diyarına götürmüştür. İşte onun filmlerinde yıllarca sadece hayal edebildiğimiz sonları görürüz. İster kısa olsun ister uzun, her filmiyle izleyicisini tatmin etmeyi başarmış bir yönetmendir o. Hepi topu 6 dakika dahi sürmeyen Vincent'ı izlerken bile, hangi duygusuz kalkıp filmden etkilenmediğini söyleyebilir?! Balmumuna daldırılmış bir teyze, zombiye dönüşmüş korkunç bir köpek, Edgar Allan Poe, diri diri gömüldüğü sanılan fakat aslında olmayan bir eş, annenin çiçekliği çıkan kazılmış bir mezar, ev tarafından ele geçirildiğini düşünme sorunsalı, tabuttan gelen korkunç istekler ve kırılan duvardan uzanan iskelet eller... Hepsi sadece 7 yaşındaki bir çocuğun hayal gücünün eseri. Böylesine çılgınca, inanılmaz bir dünyada ben de yaşadım itiraf etmeliyim ki. Bu yüzdendir Vincent ile özdeşleştirmem kendimi ve bu yüzdendir sırf hayal kurduğu için onu anlamaya çalışmadan bağırıp çağıran kızan annesine olan nefretim belki. Hiçkimse boyundan büyük hayalleri olduğu için suçlanamaz ki! Sonra hayatıma Beetlejuice girdi. Filmin müzikleri bile beni benden almaya yetti. Küçükken hepimiz korkmuşuzdur elbet ölü ve ruh tarzı şeylerden. İşte bu filmle daha 6 yaşındayken bütün önyargılarımı kırmıştım ben. Hayranı olduğum o çizgili çoraplardan bulup da aldırana kadar anneme dünyayı dar etmiştim açıkçası. Edward Scissorhands göründü uzaklardan, biraz masalsı. İyi niyetli ama korkutucu... Sanki bir tutam da farklı... Kalıplaşmış bir düzenin ortasında varolma çabası veren, ne yazık ki başaramayan bir zavallı... İlk o filmde gördüm karın nasıl yağdığını. Damağımda hissettim gerçek bir eleştirinin tadını. En iyi sanat yönetmenliği dalında Oscar alan Sleepy Hollow'a düştü sonra yolum. Biraz fantastik, biraz mistik... Korkak bir cesurun hikayesi... Böyle de ironik yaşar işte hayatı kendisi. Zaten cesur dediğimiz insanlar da korkmaktan korkanlar değil midir ki?! Boncuk boncuk ağlamama sebep olan Big Fish'ten de bahsetmek isterim tabi. Gerçek mi, değil mi derken deviriveriyor farkında bile olmadan insan bu koca filmi. Dakikalarca hatta saatlerce anlayamadığınız ama anlamaya çalıştığınız, uğruna kabız olduğunuz olaylar örgüsünün çözümünü izlerken pürdikkat bir şekilde, resmen orgazmı yaşarsınız o birkaç saniyede. Corpse Bride... Başka bir Tim Burton mucizesi... Beetlejuice filminde de olduğu gibi gerçek dünyanın karanlığına, soğukluğuna, kasvetine ve düşmanca hallerine inat ölüler diyarı rengarenk, canlı, eğlenceli, sıcacık ve hareketlidir. Bir yandan gülümserken dudaklarınız, diğer yandan akmaya başlar gözyaşlarınız. "If I touch a burning candel, I can't feel the pain. Cut me with a knife and it's still the same." sözleri hala aklımdadır. Emily ve onun tüm bohemliği... Tim Burton ve Johnny Depp ikilisinin ortalığı dağıttığı bir film daha... Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street! Erkeklerde "rüyalarında sürekli müşterilerini gırtlaklayan berberler görme" gibi bir sendroma ve beraberinde berber fobisine sebep olabilme olasılığı yüksek gibi görünen bu film aslında Altın Küre'nin biricik sahibi ve de sahibesidir. Sonuç olarak efendim, tüm bu yazdıklarıma rağmen Tim Burton ve filmleri hakkında hala atıp tutacak ve "Tim Burton'ı beğenmiyorum." şeklinde kendi yarıçapında onun üzerinden karizma yapmaya çalışacak birini görürsem, hiç acımam! Kafasını duvara sürtmek suretiyle kıvılcım çıkarırım! Saygılar...
Beetlejuice Beetlejuice Beetlejuice!
PS: Sadece şansımı denemek istedim...

25 Ocak 2010 Pazartesi

Teşekkürler

Bloguma yer verip yazımı yayınlamış olan HABERTURK gazetesine teşekkürü bir borç bilirim efendim. And haftanın blogger'ı ödülü goes to... Şaka bir yana, tam da finallerimin bittiği gün "Featured blogger olmuşsun!" şeklinde aldığım onlarca telefon ve mesaj hoş bir sürpriz oldu bana. Mutlu oldum. Çok mutlu oldum. Çok çok mutlu oldum! :)

8 Ocak 2010 Cuma

Final Countdown

*30500 adet bol kahvelisinden Nescafe 3'ü 1 arada aldım. Söz konusu sabahlara kadar uyumadan ders çalışmaksa anca yeter!
*Çalışılacak bütün notları ve kitapları ders ders, konu konu ayırdım, düzenledim.
*Gayet acımasız bir çalışma programı hazırladım. Mazoşist miyim neyim?!
*Programa uymadığım takdirde uygulanmak üzere bir de ceza sistemi geliştirdim.
*Gözlerimin altında morluklar oluşmaya başladı ama sorun değil.
*Bu aralar zombi gibi de görünebilirim, umrumda değil.
*Yüzümdeki sivilce sayısı da finallere kalan gün sayısıyla ters orantılı bir şekilde artış göstermekte.
*Daha önce uyku denilen şey gözüme hiç bu kadar tatlı görünmemişti. Ama yapamam!
*Eti Cici Bebe bağımlısı oldum. Bu kötü bir şey mi bilmiyorum. Trans yağ içermeyen, 12 vitamin ve 7 mineral barındıran, prebiyotik bir şey ne kadar kötü olabilir ki?
*Bazı günler kendimi derse kaptırıp yemek yemeyi de unutuyorum.
*Midemi farkında olmadan günde 6-7 litre su ile dolduruyorum.
*Öyle anlar geliyor ki kendimi gözlerimi tavana dikmiş bir şekilde bir şeyler düşünürken yakalıyorum ama düşündüğüm şeyin ne olduğunu bir türlü hatırlayamıyorum.
*Finallerin bitmesiyle birlikte ilk uçakla Antalya'ya döneceğim günü düşünüyorum, kendimi böyle motive etmeye çalışıyorum.
*Rüyalarımda bile soru çözüyorum hatta o sırada uyanabilirsem kalkıp soruyu ve çözümü bir kenara not ediyorum.
*Her sınav haftası olduğu gibi yine ellerim terlemeye başladı.
*İşin komik tarafı da şu ki hayatım boyunca hiçbir zaman hiçbir sınav için kendimi tam olarak hazır hissedemedim. Fakat hep iyi notlar aldım. Belki de başarımın sırrını bu kargaşa ve heyecana borçluyum. Bilmiyorum.
*Evet, ben bir ODTÜlüyüm ve mühendislik okuyorum.
*Bana sorarsanız, bütün bu anlattıklarıma rağmen halimden gayet de memnunum ;)

3 Ocak 2010 Pazar

Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, şimdi kafamda uçuşuyorlar!

Klişe ama gerçektir ki ne erkekler kızları anlarlar, ne de kızlar erkekleri. Bir kız evden çıkarken 30500 tane şeyi kontrol etmiş olmasına rağmen hala "kesin bir şeyler unuttum" düşüncesiyle gerginliğin doruklarında gezerken, bir erkek gayet rahat bir şekilde kapıyı çekip çıkabilir kilitleme zahmetine bile girmeden. Bir erkek için araba candır, ciğerdir. Ona harcanan paralar helal olsundur. Bir kız içinse kozmetik ürünleri vazgeçilmezdir, onlar verilen her kuruşu hakediyordur. Takımının maçlarına bulduğu bir kombine biletle havaya uçan erkek, bir kız için ne ifade ediyorsa; Prada çanta aldığında etekleri zil çalan kız da bir erkek için onu ifade ediyordur. Erkekler için bir öğün olarak sadece salata ve sebze yemek ne kadar garip ve mide bulandırıcıysa, kızlar için de tepeleme etle doldurulmuş bir tabak öyledir. Zaten hemen ardından "Müsadenizle" gibi kurtarıcı bir kelime kullanılarak lavaboya koşulur ve bu sefer amaç makyaj tazelemek falan da değildir!* Bir kız alışverişe gitmeden önce o ayın hemen hemen bütün moda dergilerini karıştırır. Ardından o alışveriş merkezi senin bu alışveriş merkezi benim gezer durur. Hoşuna giden bir şey gördüğünde, onu alma isteği anında ihtiyaca dönüşür. Bir erkekse mağazaya girer, seçer, dener, satın alır ve çıkar. Bir kız küçücük şeyleri bile yorumlama ve kafasına takma konusunda uzmandır. Bir erkekse bazen gayet önemli bir durumu bile görmezden gelebilir. Herkesin yeni olduğu bir ortamda erkekler 5 dakikada kaynaşıp, akşama bir halı saha maçı bile ayarlayabilirlerken; kızlar saatlerce, günlerce, haftalarca bazen abartıp aylarca sadece birbirlerini gözlemleyip önyargılarda bulunma eğilimindedirler. Erkekler genelde lafı dolandırmadan ne söylemek isterlerse direkt onu söylerler. Kızlarınsa tek bir cümlesi bile mecaz-ı mürselinden hüsn-i taliline, kinayesinden tecahül-i arifine kadar yüzlerce sanat barındırabilir içinde. Bu yüzdendir ki erkekler kızları hep karmaşık ve anlaşılmaz bulurlar. Kızlar ise erkeğin ağzından çıkan tek bir "Merhaba" kelimesinde bile hayal edilemeyecek kadar anlam bulabilirler. Geçen gün otobüsteyim, gayet şık giyimli bir bey teşrif etti otobüse. Tek boş yer de öndeki bayanın yanı gibi görünüyordu. Beyimiz kibar bir şekilde "Yanınız boş mu acaba?" diye sordu. Aldığı cevapsa aynen şu oldu: Benim bir nişanlım var ve birbirimizi çok seviyoruz! Buyur burdan yak bakalım! Yahu, adam sana sadece yanındaki koltuğun boş olup olmadığını sordu nezaketen, sense saniyede ne hikayeler uydurdun kafandan! Bak yine aklıma geldi, sinirlendim. Daha fazla devam edemeyeceğim. İki nokta yan yana der ve bu yazıyı burada bitiririm. (Bilirsiniz işte iki nokta yan yana.. Yeni trend. Üç noktayı görüntü olarak çok uzun bulup sadece nokta koymak da istemeyenler için... Bence yakında bunun üç nokta üst üste versiyonu da çıkar. Neden olmasın?)
*Vejeteryan değilim, hayır!